1 / 1
Tarih Medya Adı Başlık
2.6.2018 STAR.COM.TR 'NE ARIYORSAK BU TOPRAKLARDA VAR'
'Ne arıyorsak bu topraklarda var' Tarihimize, kültürümüze ait ne varsa bunların hepsini bir büyük birikim olarak kabul edip bu birikimin üzerinden dünyaya kültürel alanda da meydan okuyacak, kültür, sanat ve edebiyat alanında güçlü birikimler ortaya koyabilecek bir çıkışa ihtiyacımız var. Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş ve eşi Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Sevgi Kurtulmuş uzun bir yol arkadaşlığını uyum ve anlayışla sürdüren örnek bir çift. Üniversite yıllarında asistanlık yaptıkları dönemde tanışan ve o gün bugündür sadece birbirlerinin eşi değil aynı zamanda en yakın dostu da olan Kurtulmuş çifti ile yoğun seçim mesaisi arasında hem güncel siyasete hem kültür-sanata dair sohbet etme imkânı bulduk. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde ezan yasağının yaşandığı yıllara ilişkin bir sözlü tarih çalışması sürdüren Prof. Sevgi Kurtulmuş, genelde dinlemeyi tercih etse de bilgisi, birikimi ve bir akademisyene yakışır sorgulayıcı yaklaşımı ile hayranlık uyandırıyor. Fatih’in en seçkin ailelerinden biri olan Kurtulmuş ailesinin hikâyesi şimdilerde eksikliğini çokça hissettiğimiz kültürel ve toplumsal zeminin nasıl güçlü bir nesil inşa ettiğini de ortaya koyuyor. Muhatabımız Kültür ve Turizm Bakanı olunca sorulacak soru da duymak istediklerimiz de hayli çok. Sözü yormadan sayın Kültür Bakanımız Numan Kurtulmuş’a kulak verelim... Nasıl bir aileye gözlerinizi açtınız? Rahmetli dedem Numan Kurtulmuş, İstiklal Harbi gazisi. Sakarya Meydan Muharebesi’nde 100 metre mesafeden kurşun geliyor ve ayağı kırılıyor. Öldü diye bırakıyorlar sonra geriden gelen bir sıhhiye, nefes aldığını farkediyor. Ameliyat ediyorlar ayağı 15 santim kısalıyor. 39 yaşında binbaşı rütbesiyle emekli oluyor. 39 yaşından sonra hafız oluyor ve 40 yaşlarının başında Amentü Şerhi isimli ilmihal kitabını yazıyor. O alanda çok muteber bir kitap. Siyasete başladığımda, 1998’lerde Anadolu’yu dolaşıyorum, Numan Kurtulmuş ismi duyulmaya başlıyor. Birçok insan ‘sen ne ara o kitabı yazdın bu kadar genç yaşta’ diye sorardı. Dedemi görmedim. Babamlar üç kardeş. Dedem çocuklarına bir sene yazın Fransızca, ertesi yaz Arapça okuturmuş. Halam o günün şartları içerisinde bir diploması olmamasına rağmen herhangi bir ilahiyat fakültesinde rahatlıkla hocalık yapabilecek kadar dini bilgiye sahipti. YAYINEVİ MEKTEP GİBİYDİ Rahmetli amcam savcıydı. Hilmi amcam hâlâ yaşıyor. Fatih Yayınevi matbaası vardı. Hilmi amcamın matbaasında Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi camiamızın önemli isimlerinin kitapları basılırdı. O dönemde belki tek yayınevi. Milli Türk Talebe Birliği’nin, Necip Fazıl’ın kitaplarını basardı. Ali Baba Türbe Sokak’da bir yayınevi idi. Bir mektep gibiydi. Ben de oralarda bulunmaya çalıştım küçük yaşlardan itibaren. Dedeniz gibi babanızın da kız çocukları konusunda hassasiyeti var sanırım... O dönemlerde babam ablamın okuması için çok özel gayret gösterdi ve etrafındaki herkese “Kız çocuklarını okutmak için gayret sarf edin oğlan çocuğu bir şekilde okur ama kız çocuklarımızı iyi yetiştirmemiz lazım. Onların güçlü olması lazım. Çünkü ailenin ana direği hanımlar olacak” derdi. Ablamlara da okumaları için çok ciddi şekilde destek olurdu. Bize kitap okutmak için harçlıklar verirdi. O zaman kurşun, kalıp baskılar vardı. Amentü Şerhi’nin tashihlerini bize yaptırır onu yaptık diye de harçlık verirdi. Şimdi anlıyorum amaç tashih yaptırmak değil başka. Annem, Fatih’teki bahçeli eve gelin gelmiş. Emin Saraç Hoca anneme dermiş ki “Biz senin dedenin Fatih Camii’ne sabah namazına gidişi ile uyanırdık.” Dedem saatlerce çalışır, yazmaya başlayacağı zaman -hani İmam Buhari için derler ya her hadisi yazmaya başlarken gider abdest alır onun gibi- abdestini tazeler ve öyle yazarmış Amentü Şerhi’ni. Tesiri orada. Fatih’in maneviyatı da önemli... Dedem İstanbul’a geldiğinde bir istihare üzerine Fatih’i seçiyor. İki katlı bir ev var, ben hatırlamıyorum. Uzun süre orada yaşıyorlar. Babamlar orayı yıkıp bir aile apartmanı yapıyor. CHARLİE CHAPLİN İZLERDİK Çocukluğumuzun Fatih’i bambaşka bir Fatih’ti. Neredeyse kimse kapısını kilitlemezdi, apartmanımız da çok şenlikliydi. Apartmanın çocukları nerede bir sofra varsa gider orada yemek yerdi. Hafta sonları da yarım gün okul vardı. Cumartesi öğleden sonra Enis Dayı’mız bize Charlie Chaplin’in sessiz filmlerini izletirdi, bütün çocuklar o günü iple çekerdi. Sonra bize de yorum yaptırırdı. Komşuluk ilişkilerinin çok sıcak olduğu, insanların birbirini çok yakından tanıdığı bir mahallede büyüdüm. Sanki Yedim Camii’nin hocası Mehmet Emin Kutluoğlu, hatimle namaz kıldırırdı ve İstanbul’un her semtinden insanlar gelirdi. Bir gecede hatim yaptığı olurdu. Biz tabii çocuktuk, iki rekat kıldıktan sonra oyun faslına geçerdik. Ama mesela sekiz rekattan sonra ara verilir, komşulardan kimisi kurabiye getirir, çaylar limonatalar dağıtılır, abdestlerini yenilemek isteyenler abdest tazelerdi. Öyle sıcak bir ortamın olduğu muhitti. Ve işin en güzel tarafı zengin fakir herkes aynı yerde otururdu. Mahallenin ileri gelenleri mahallenin yoksullarını iyi bilir Ramazan Ayı gelmeden de bütün yoksulların ihtiyaçlarını görecek şekilde yardımlar toplanırdı. Çok keyifliydi hakikaten çocukluğumuzun Fatih’i, çocukluğumuzun İstanbul’u. Babanız nasıl bir rol modeldi sizin için? Sosyal kişiliğimin şekillenmesinde büyük emek rahmetli babama aittir. İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucularındandı. Tıp doktoruydu. Kendi muayenesinde Perşembe günleri kim gelirse gelsin ücretsiz muayene ederdi. Dedem babama doktor olduğunda fakir fukaradan ücret alma haftanın bir gününü onlara ayır diye tembihlemiş. Hâlâ tabelasını saklarız. Sadece muayenehane değil dördüncü kattaki evimiz de bir sosyal buluşma ortamıydı. Sadece dara düşmüş veya ihtiyaç sahibi olan insanlar değil, o zamanki fikri ve ilmi alanda var olan isimlerin de gelip gittiğini hatırlarım. Ve çok küçük yaşlardan itibaren rahmetli babam beni her gittiği yere de götürmüştür. Kimler var hatırınızda önemli isimlerden? Çok küçük yaşlarda rahmetli Necip Fazıl’ı izlediğimi biliyorum. Camiamızdaki İslami ilimlerde önemli isimlerin hepsiyle babam vasıtasıyla çok küçük yaşlarda tanıştım. Çok muhterem insanlar vardı, bunların hepsini çok yakın tanıdım. Evlerimize gider gelirlerdi. Nurettin Topçu, Mahir İz’i dinlediğimde çok küçüktüm. Yusuf Türel vardı İlim Yayma Cemiyeti’nin başkanlarından, celalli bir adamdı. Babam bize yaşadıklarını, tecrübelerini hep anlatır ve bu anlatımları üzerinden hepimizi eğitirdi. Çok kitap okuyan birisiydi. Kitaplarının altını çizerek okumuş, yan taraflarına not düşmüş, tam manasıyla şerh ederek okumuş. Çok küçük yaşlardan itibaren bilim insanlarıyla iletişim kurmaya, onlara hürmet etmeye, misafirlere ikram da bulunmaya, ilim meclislerinde bulunmaya, mitinglere gitmeye falan hep rahmetli peder alıştırdı diyebiliriz. YİRMİ DÖRT MEDENİYETİN EV SAHİBİYİZ Peki siyasi gündem hayatınıza ne zaman girmeye başladı? Her ne kadar üniversitede aktif olarak siyasetin içinde değilsem de hep siyasetin içinde olduk. Memleketi kurtarma meselesiyle küçük yaşlardan itibaren ilgili olduk. O zaman fikri mücadele vardı. Hiçbir zaman siyasete gireyim hayatım şöyle olsun diye bir kaygım olmadı. 28 Şubat sürecinde doçenttim. İstanbul Üniversitesi’nde Sayın Alemdaroğlu ve ekibi tarafından tam bir diktatörlük başlamıştı. Sevgi Hanım da üniversite kararıyla okuldan atıldı. Büyük haksızlıklar yaşandı. O dönemde bizde belki siyasi alanda bir şeyler yapılabilir fikri belirmeye başladı. Teklif de gelince 1998 Haziran ayında Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanı olarak aktif siyasete başladım. Geçen sene Kültür Şurası, bu yıl da İstanbul Çalıştayı yapıldı. Kültür politikamızın olmadığından yakınırız. Bu çalışmalar kültür politikası oluşturmaya dönük bir altyapı sağlamak için midir? Bunlar son derece samimi canhıraş bir şekilde atılmış adamlar. Bu mesele Tanzimat’tan Meşrutiyet’ten beri temel meselemizdir. Batılılara benzersek onlar gibi olursak adam oluruz zannettiler. Bu mücadele iki asırdır devam ediyor. Türk modernleşmesi ve Japon modernleşmesi eş zamanlı başlamıştır. Avrupa’ya gönderdiğimiz isimler Avrupa’nın sanatını, kültürünü, giyimini, kuşamını almayı tercih etmiştir. Aynı dönemde giden Japonlar nasıl fabrika kurulur, bilimde nasıl öne geçilir diye bakmışlar ve Japon modernleşmesi oldukça başarılı bir modernleşme olmuştur. Bizde bunu rahmetli Sultan Abdülhamid denemeye çalıştı, doğru bir modernleşme sürecini başlattı. Ama maalesef bütününe baktığınız zaman Türk modernleşmesi Cemil Meriç’in tabiriyle müstağrik bir modernleşmedir. Kendisine yabancı bir modernleşmedir. Onun sıkıntılarını yaşıyoruz. Şimdi şimdi köklerimiz ile barışıyoruz, geçmişimizi önemli görüyoruz. SANAT POLİTİK MÜCADELE ALANI DEĞİL Onun için de diyoruz ki dünyadaki kültür sanat edebiyat adına ne varsa bunların hepsini takdirle izleyeceğiz ve insanlığın ortak mirası olarak kabul edeceğiz. Ama dönüp bir kendimize de bakmamız lazım. Biz kendi kültürel milli bağımsızlığımızı milli birikimimize sahip olarak elde edemezsek zihnen başkalarının tutsağı oluruz. Ne arıyorsak bu topraklarda var. Yirmi dört büyük medeniyetin ev sahibi Türkiye. Troya’dan Osmanlı’ya kadar İslam öncesi ve İslam döneminin muazzam şaheserlerinin olduğu, çok büyük bir birikime sahip bir ülkeyiz. Geçen sene Sevgi hanımın memleketindeki Kibyra Antik kentinde Senfonik Türküler konseri yapıldı. Düşünün mekan 2 bin yıl önce inşa edilmiş bir antik kent, orkestranın formu Senfoni Orkestrası ve çaldığı eserler ise Anadolu türküleri. Dünyanın hiçbir yerinde bu üçünü bir araya getirebilen bir ülke yoktur. Bu büyük gücün farkında olalım. Aziz Nikola da burada Eyüp Sultan Hazretleri de. Göbeklitepe de burada Sümela Manastırı da. Tarihimize, kültürümüze ait ne varsa bunların hepsini bir büyük birikim olarak kabul edip bu birikimin üzerinden dünyaya kültürel alanda da meydan okuyacak, kültür, sanat ve edebiyat alanında güçlü birikimler ortaya koyabilecek bir çıkışa ihtiyacımız var. Kültür Şura’sında da İstanbul Çalıştayı’nda da tekrarlanan bir tespit vardı. Devlet artık kültür üretmemeli şeklinde. Siz de aynı fikirdesiniz sanırım... Türkiye’nin modernleşme serüveni batılılaşma olarak algılanınca devlete de geçmiş dönemlerde kültür alanında bir görev düştü. O günkü devlet anlayışı içerisinde kültür, sanat alanı devletlû bir alandı. Devlet kültür-sanat alanını yeniden formatlamaya çalıştı. Türkiye’de iki yıla yakın bir süre Türk Sanat Musikisi’nin TRT radyolarından çalınması yasaklandı. Çünkü batılılaşmamız gerekiyordu. Halbuki Beethoven’ı Çaykovski dinlerken onun yanında Münir Nurettin’i de Safiye Ayla’yı da dinletebilir. Devlet kendimize ait olanı örtmek, batıya ait olanı da modernleşmenin bir gereği olarak millete sunmak gibi bir sorumluluğu üstüne aldı ve bu görevi kültürel hayatın esası olarak kabul etti. Yanlışlık buradaydı şimdi bunu düzeltmek için “Kültür-sanat alanı devletlû bir alan değildir. Biz de tam tersinden aynı şeyi yapmamalıyız. Kültür-sanat meselesi bir milletin zihninde, hamurunda olan şeylerin bir şekilde dışavurumudur. Zihninde Süleymaniye olan Süleymaniye yapar zihninde rant olan gökdelenleri gökkubbeye doğru yükseltir. Bu bir zihniyet meselesidir” diyoruz. Bunun için de milletin zihniyetinin kendi kökleriyle buluşmasını arzu ediyoruz. Sanatın politikleşmesine, sanat çevrelerinde ideolojik bazı kliklerin baskı kurmasına nasıl bakıyorsunuz? Herkesin bir fikri ideolojisi olabilir. Bunlara sadece saygı duyarız. Ama politika yapılma yeri politikadır. Hiç kimsenin sanatı politikaya alet ederek konuşmasını ya da oradan söz geliştirmesini doğru bulmayız. Herkes sanatı ile konuşsun, kimse sanatı politik mücadele alanı haline getirmesin. HEP EVLİLİĞİMİZ ÖNCELİKLİ İDİ Numan Bey ile hem hayat hem de yol arkadaşısınız. Birlikteliğinizin bu kadar uzun ömürlü olmasının sırrı nedir? Sevgi Kurtulmuş: Numan Bey İşletme mezunu ben İktisat mezunuyum. Biz asistan iken çalışma ortamında tanıştık. 30 senelik evliyiz. Biz hep kendi iç dünyamızda birbirimizin önceliklerine yer verdik. Hiçbir zaman ne Numan Bey hayatın merkezine kendisini oturttu ne de ben. Hep evliliğimiz öncelikli idi. Siyasi hayatı dolayısıyla çocuklarımızın büyümesine çok şahitlik edemedi fakat onları uzaktan da olsa takip etti. Bizimle çok yakından ilgiliydi. Çocukların küçükken özellikle sitemleri oluyor muydu? Numan Kurtulmuş: Senenin ortalama yarısını evden uzakta geçiyorum. Siyasette olduğum için en çok üzüldüğüm taraf bu. Ama şuna dikkat ettim gece üçte, dörtte de eve gelsem mutlaka çocuklar okula giderken onlarla kahvaltı yapmaya, en azından okula göndermeye dikkat ettim. Benim eksik kaldığım kısmı da Sevgi Hanım tamamlamaya çalıştı. Çok emeği var çocukların üstünde. Sevgi Hanım çok kuvvetli bir arkadaş, yakın bir dost, sıkıştığım zaman müracaat edebileceğim bir danışman, sırdaş ve evi tek başına çekip çeviren güçlü bir anne, zeki bir insan. Bu kadar yıldır konuşurum. Sevgi Hanıma beğendirebildiğim herhalde bir iki konuşma ancak vardır. Sevgi Kurtulmuş: O akademik hayattan kalan bir alışkanlık. Akademik hayatta yazdıklarımızı önce birbirimize okurduk. Hatta Numan Bey konuşmalarını bana gösterir. Ben onun eksik bıraktığını düşündüğüm duygusal tarafı tamamlarım. SİNEMA YASASI SEÇİM SONRASI MECLİS’TE Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanan yeni sinema yasası ile dünyanın 140’tan fazla ülkesinde gösterilen, milyonlarca dolarlık ihracat başarısına imza atarak ABD’nin ardından ikinci sıraya yerleşen Türk dizilerine ilk kez destek sağlanacak. Türkiye’yi film üretim ve çekim üssü haline getirmenin hedeflendiği taslak düzenlemenin yasalaşması durumunda, Türkiye’de çekilecek yabancı sinema filmlerine de Türkiye’de harcanan tutarın yüzde 30’una kadarı geri ödenebilecek. 5224 sayılı “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun”da değişiklik yapılmasını öngören ve şu an Bakanlar Kurulu’nda olan taslağın seçimden sonra Meclis’e sevk edilmesi öngörülüyor. Sinema desteklerinde yeni bir dönemi başlatacak düzenlemelerle eser sayısı ve niteliğinde artış oluşturmak, üretilen eserlerin daha fazla seyirciyle buluşmasını sağlamak, yeni destek mekanizmaları oluşturmak, Türkiye’yi film üretim ve çekim üssü haline getirmek ve film turizmini desteklemek amaçlanıyor. Taslağa göre, sinemada uzun metraj, ilk yönetmen, belgesel, animasyon, kısa film, senaryo, AR-GE ve yapım sonrası olarak verilen desteklere 5 yeni teşvik daha eklenecek. Yapılan planlamaya göre, bu kapsamda ilk kez ortak yapımlar, yabancı film yapımları, çekim sonrası yapımlar ile yerli film gösterimleri ve dizi film yapımlarına da destek sağlanacak. Kültür merkezleri salon sorununu çözecek AK Parti iktidara geldiğinde 2002 öncesindeki dönemde Türkiye’de bir yılda üretilen film sayısı 38 iken 2017’de Bakanlığın da destekleriyle 150 film üretilmiş. Bu önemli bir başarı. Filmlerin önemli bir kısmı da uluslararası festivallerde artık yüz akıyla Türkiye’yi temsil edebiliyor. Nihayetinde biraz arz talep meselesi ama özellikle sanat filmlerinin gösterimi ile ilgili olarak çözüm üretme noktasındayız. Türkiye’nin her şehrinde Kültür Bakanlığı uhdesinde yapılacak kültür merkezlerinde filmler gösterime girebilecek. AKM’yi yapıyoruz, inşallah 2019 içerisinde bitirilecek. AKM bittiği zaman oradaki salonlardan birinde sanat filmlerinin gösterilebilmesi için bir imkan sağlayabiliriz. Bu bir süreç alacak ama sonuçta Türkiye’nin ürettiği filmlerin halka ulaştırılması lâzım. Bütün sektörle uzlaşmalı bir şekilde çok güzel bir sinema yasası hazırladık. Başbakanlığa kadar getirdik. Parlamento kapandığı için çıkaramadık. Seçimden sonra parlamentoya hemen gelir ve sektörün büyük bir beklenti içinde olduğu bu yasa bu şekilde geçmiş olur. Tags:
Anahtar Kelimeleri Göster